31 Ekim 2018 Çarşamba

Ters Köşe

     Vaktiyle oturduğum apartmanlardan birinde karşı daireyi yaşlı bir adam satın aldı. Bu emekli, huysuz adam karısıyla yaşardı ve televizyonun sesini bazen öyle bir açardı ki tüm jenerik müziklerini, oyuncuların ağlamalarını, araya giren reklamları, her şeyi duyar, normalde etrafımdaki seslere duyarlı olmasam da o dönemki uyku hassasiyetimden dolayı deliye dönerdim. Bir süre durumun düzelmesini bekledim. Uyuyamadıkça çıldırdığım akşamlardan birinde evdekilere tutmayın beni diyerek bu yaşlı adamın kapısını çaldım. Beklediğim iki şey vardı: Ya "duymuyorum ben yaşlıyım, işine bak" diyecek ya da uzun uzun konuşmam üzerine yılıp, surat asıp "tamam kısarız" diyecekti.
     Kapı açıldı. Selamlaşmalardan sonra "Noldu ses mi geliyor?" dedi. Bunu biliyor olmasına da kızarak öyle olduğunu, kanalın yeni jingle'ını, senaryodaki jiplerin fren seslerini, geçiş sahnelerindeki dalga seslerini falan duyduğumu anlattım. Adam kafasını geri yatırdı, Murat Bardakçı ses tonuyla "Haa," dedi, "şimdi bazı diziler var, yüksek sesle izleyeceksin."  Duraksadım. Beklemediğim bu argümana saygıyla "Haklısınız Rahmi Bey, iyi akşamlar," dedim. O günden sonra her geçişte selamlaştık, hal hatır sorduk. Sesler bir süre sonra kesildi.
     Türkiye'nin en ünlü kadın sanatçılarından birinin albüm kapağını görmüştüm, üstünde özgüvenli bir pozla "Cool Kadın" yazıyordu. 50 yaşını deviren ve hala güzel olan sunucu/mankenlerin gazete röportajlarındaki "kadının en güzel olduğu yaş" manşetlerindeki yapmacıklığı çağrıştırmıştı. Üstelik cool olmak pek çok duygunun saklanması demekti. Albümün üstünden 7-8 yıl sonra bir akşam arabada şarkıyı duydum. Aslında, "Ne kadar çok sevgim vardı bir o kadar da endişem, gösteremedim. Ben aslında o gördüğün cool kadın değildim," diyormuş. Çılgınlar gibi Ajda Pekkan dinlemeye başladım.
     Gelelim aklımda en çok yer eden ters köşeye. Bazı günler iş yerinde raporlar, projeler yetiştirmeye çalışırken boğaz köprüsündeki intihar girişimlerine şahit olurduk. Camlara doğru gidip, "acaba atlayacak mı? borcu mu varmış? haberlerde okudum karısı terk etmiş" gibi yorumlar yaparken mesafeli, daima iyi giyimli bir plaza beyefendisi bizi camlarda birikmememiz konusunda ikaz ederdi. Sinir olurdum. Ne kadar sıkıcı olduğunu, birinin hayatının söz konusu olduğunu, üstelik ikaz etmenin haddine mi olduğunu düşünürdüm. Sonraki zamanlarda bir kahve molasında iş yerinin siyasi gündemler yüzünden aldığı birkaç karar tartışılıyordu. Biri çıktı dedi ki: "Her şey politiktir abicim. İnsan çıkarlarına göre hareket eder. Yemek yemek politiktir. Hayatın devamı için karnını doyurman gerekir. Arkadaşlık kurmak politiktir, her birinden farkında olmadan türlü getiriler elde edersin. Ve aşk diye bir şey yoktur. Birini sevmek de politiktir. Güzelliği seni mutlu eder, yalnızlığını alır, neslin devamı-" diye devam ederken bu bizi ikaz eden sıkıcı adam: "Aşk mı politiktir?" dedi. "Mecnun, neden öyleyse Leyla ile olamayacağını anlayınca birlikte olabileceği kızlardan birini seçip hayatına devam etmedi?" Bu adam neler söylüyordu! Daha sonraları öğrendim ki, gözlerimizin önünde çokça pratik edilen intihar etme fikri zihnimizde yer etmesin diyeymiş tüm çabası.
     Sanılanın aksine hiçbir nesne, yahut hiçbir insanla olan ilişkide ilk intiba önemli değildir. İnsan-insan arasında, marka-insan arasında, ülkeler arasında uzun soluklu ilişkiler vardır. İlk intiba ilişki içinde mutlaka değişir. Her şey, her fikir değişebilir. Hayat; muzipliğe, insani bir tarafa, bir zaafa dönen ters köşeler, kör noktalar, kırılan önyargılarla doludur ve bu yüzden epey heyecanlıdır.

(Mecnun hakkında daha çok yazacağım)

bb



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder