23 Ekim 2018 Salı

Sakarya ve Galata'daki Tüm Gece Yarıları

     Şimdiye kadar Üsküdar'da üç, Beyoğlu ve Sultanahmet'te iki, Şişhane, Galata ve  Büyükada'da birer sefer ayrı otellerde konaklamışlığım var. Bunların çoğunda İstanbul'da yaşıyordum. Bu semtlerin çoğu gece yarısı, turistik yapaylığından çıkar ve tarihte ilk inşa edildiği döneme döner. Çoğunda, bilhassa Sultanahmet'te oturmalık ev bulmak zordur. Otelde kalıp, oranın sakini olarak bulunduğunuz 3-4 gün boyunca, geceleri ve gün doğumlarında hayat tüm damarlarınızdan akıverir.
     Sultanahmet'te gece yarısı kapanmakta olan bir terasta, gecenin siyahlığında Sultanahmet Camii'ni tüm ışıklarıyla gökyüzüne inşa edilmiş gibi görmek, Büyükada'da son vapuru kaçırma kaygısı olmadan ormanın tepelerindeki perili konaklara girmek, şehrin sokaklarında, şehirden başka yapacak işinin olmadığını bilmek böyle bir histir.
     Hayatımın en büyülü gecelerinden biri, bundan iki sene önce, geç bir saatte Galata'daki otele dönerken, Galata kulesine çıkan yokuşlu yollardan birinde, işlettikleri hipster mekanının sandalyelerini toplayıp, "gam-zedeyim, deva bulmam" şarkısını dinleyen gençleri loş bir ışıkta gördüğüm geceydi. Koca Galata'da bir onlar vardı, bir biz, bir de Melihat Gülses'in yankılanan sesi. Aynı gece, sabaha karşı uzak bir ülkeden  İstanbul'a göçen ve Galata Kulesi'ne gelen yeşil papağanlar görmüştük terastan, elimi uzatsam konacak gibilerdi.
     Büyülü anlar yalnızca gece yarıları oluyor. Bu gece yarılarına yalnızca konaklamalar değil, Ankara Sakarya Caddesi'nde gece midyesi yerken, sözlerini bilmediğin ve yalnızca Sakarya Caddesi'nde duyduğun türküyü duymak dahil.
     Salacak'ta yağan kara ablanla birlikte çıktığın turuncu-beyaz gece yarısı dahil.
     Bir gece yarısı atlayıp, aylardır görmediğin anne-babana ağabeyinle yaptığın baskın, onları telaşla yataklarından kaldırıp yüzlerindeki mutluluğu görmek dahil.
     Tunus Caddesi'ndeki neşeli kalabalıkla, 01:30 servisiyle okula dönüp, bembeyaz çimlerde kayarak sabahı etmek dahil.
     Fatih Camii'nin arka sokaklarında şarkı söyleyip gün ağarırken bir duvara çökmek dahil.
     Akşam sinemasından çıkıp son tramvay bitene kadar İstiklal'i pijamayla bir uçtan bir uca turlayıp, eve nasıl döneceğim bu saatte diye düşünürken şehrin başka bir yerinde uyanmak dahil.
     Tekinsiz bir Güvenpark'ta bir fikrin verdiği evlere sokmayan heyecanla sabaha kadar düşünüp kurgu yapmak dahil.
     Yataklı vagonda yaptığın tüm tren yolculukları dahil.
     Bu anların verdiği yaşam enerjisiyle yemek yemeye gerek duymamak dahil.
     Bunların hepsi yaşadığına delalet. Geceleri uyumak hayata karşı büyük haksızlık.
     Böyle gecelerde yanında hep birileri oluyor ve o insanlar, tanıdığın binlerce diğer insandan ayrı bir renge boyanıyor. Fakat sabah olunca o uyutmayan fikrin aslında işe yaramadığını anlamak, Galata'nın gece yarısı sunduğu masallara birlikte şahitlik ettiğin birinin bu şehri sevemediğini bilmek, ablanla artık kar yağdığında Salacak'a çıkamayacağını anlamak, varıp onları uyandırdığında sana mutlu bir çocukluk bahşeden anne babanın yakınında artık hiçbir çocuğunun olmayışı tüm sertliğiyle insanın hayattaki istikametini değiştiriyor.
    Yine de nerede, kimlerle olacağını bilmesen de önünde uyumak istemeyeceğin çok gecenin olduğunu biliyorsun.

bb





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder